Assos Antik Kenti

Published In: Our Historic Sites Hits: 2129 Comment: 0

Assos Çanakkale İli Ayvacık İlçesindedir.Assos adının helen dilinde her hangi bir anlamı yoktur. İlkçağ assos kentinin görkemli kalıntıları,Çanakkale İli Ayavacık İlçesine bağlı Behram Köyü ile iç içedir. Behram adı ise Bizans egemenliği zamanında o yöreyi yönetmiş olan Makhram adlı bir komutanın adından gelir. Antik kent sönmüş bir volkanın denize bakan yamacında yer almaktadır ve 238 m. Yüksekliktedir.

M.Ö. 2000 yıllarında Lelegler tarafından kurulan bu eski kent, M.Ö. 8. Yüzyılda Midilli Adasından gelen İonlar tarafından ele geçirilmiştir. Ünlü filozof Aristo M.Ö. 348 yılında ilk felsefe okulunun burada kurmuştur. Tepede M.Ö. 6. Yüzyılda kurulan ünlü Athena tapınağı kentin en değerli kalıntılarındandır. Kenti kuşatan surlar antik çağdan günümüze kadar çok iyi korunmuş örneklerdendir. Assos’un günümüze ulaşan kalıntılarından biri de liman olup, bu küçük limanın mendireği ve rıhtımı halen kullanılmaktadır

Troas Bölgesi’nin güney kıyısında yer alan Assos kenti, denizden yaklaşık 238 m. yüksekliğindeki andezit bir kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur. Bu alandaki, hemen hemen bütün yapıların inşasında volkanik bir taş türü olan andezit taşın kullanılmıştır. Kuzeyde Satnioeis (Tuzla Çayı) İda Dağı’nın batı yamaçlarından doğarak Lekton (Baba Burnu) ve Aleksandreia Troas (Dalyan) şehirleri arasından denize dökülür.

Homeros İlyada destanında güney Troas’ta yaşayan Anadolu’nun yerli halklarından biri olan Leleglerin denizcilik ve korsanlıklarla ünlü olduklarından aktarır. Pedasos Troia savaşı sırasında Pedasos Akhilleus tarafından yıkılmıştır. Romalı coğrafyacı Strabon da Leleglerin Assos civarındaki bölgeye sahip olduklarını belirtir. Ancak Pedasos’un Assos olup olmadığı tartışmayaaçıktır. Arkeolojik verilere göre İ.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Assos’a 10 km. uzaktaki Lesbos’dan (Midilli) Aiolisli göçmenler kente yerleşmeye başlar.

Bu yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan Assos halkı 20 km doğuda Gargara kentini kurdular. İ.Ö. 560’ta Lydia kralı kontrolüne geçen Assos Troas Bölgesinin en güçlü ve en önemli şehirlerinden biridir. Lydia krallığının önemli gelir kaynakları arasında Assos kontrolündeki Atarneus ve Pergamon arasında bulunan maden olarak gösterilir. İ.Ö. 548 yılında Lydia krallığı Perslerin tarafından yıkıldı ve Anadolu toprakların Pers hakimiyetine geçti. Troas bölgesi (Çanakkale İli) Hellespontos Phrygia’sı satraplığına bağlandı. Salamis, Plateia ve Mykale’de Perslerin Yunanlar tarafından yenilmesinden sonra, Persler, Anadolu’nun Ege sahil şeridindeki topraklarda eski güçlerini yitirmeye başladılar.

Peloponnesos savaşları ve sonrasında da Troas Bölgesi tam anlamıyla Perslerin eline geçmedi. İ.Ö. 387 yılındaki Altalkidas barışından sonra bir çok kent yeniden Perslere bırakıldı. Persli satrap Ariobarzanes’un Pers kralına karşı ayaklanması üzerine Assos İ.Ö. 365 yılında diğer satraplardan Mausolos ve Autophradates tarafından kuşatılmış ancak ele kent geçirilmemiştir. Bu olayın hemen ardından banker Euboulos, Atarneus ve Assos şehirlerinin yöneticisi olarak bağımsızlığını ilan etti. Euboulos’un ölümünden sonra, Euboulos’un kölesi “Hadım” Hermias bu şehirler üzerinde hakimiyet kurmayı başardı. Hermias, Bithynialı bir köledir ve kendisinin doğal yetenekleri, ustası olan Eubulos tarafından oldukça derin bir şekilde etkilenmiştir. Bu yüzden kendisi üniversite eğitimi için Atina’ya Platon ve Aristoteles’den ders almak için gönderilmiştir.
Platon’un öğrencisi Hermeias, dostları Ksenokrates’i ve Aristoteles’i Assos’a davet etti ve Aristotales Hermias’ın kız kardeşi veya evlatlığı olan Pythias ile evlendi. Aristoteles Assos’ta üç yıl (İ.Ö 347-345) yaşadı ve dersler verdi. Ancak İ.Ö.345 yılına Pers generalinin görüşmeye çağırdığı Hermias tutuklanarak Pers ülkesinin başkentinde çarmıha gerildi. Persli komutan Hermias’ın mührünü kullanarak yazdığı mektup ile Assos’un Perslerin eline geçmesini sağladı. Bu olay yüzünden Aristoteles Assos’tan ayrılmak zorunda kalır. Biga yakınındaki Granikos ırmağı kıyısında İ.Ö. 334 yılında B. İskender tarafından Perslerin yenilmesi ile Pers hakimiyeti son buldu. Ve Assos yeniden özgürlüğüne kavuştu. İskender’in ölümünden sonra, Assos ilk olarak Seleukos Krallığı daha sonra uzunca bir süre Bergama krallığı topraklarına dahil olan Assos, İ.Ö. 133 yılında 3. Attalos’un vasiyeti üzerine Roma imparatorluğunun egemenliği altına girdi. Romalı yazar Plinius Roma döneminde Assos’un Apollonia olarak isimlendirildiğini ve yerel taştan üretilen lahitlerinin çok ünlü olduğundan söz eder.

Assos’un erken tarihlerde itibaren Hıristiyanlaşmaya başladığı görülür. Aziz Paulos Aleksandreia Troas’dan (Dalyan) Lesbos’a (Midilli Adası) doğru yaptıkları seyahat sırasında şehri ziyaret etmiştir.
1080 yılında Selçuklu Sultanı Süleyman bütün Troas şehirlerini ele geçirdi. Daha sonra I. haçlı seferi sırasında, Hermit Peter komutasındaki askerler bölgeden geçti. Bu olaylardan kaynaklanan karışıklığı fırsat bilen Aleksius tüm Troas bölgesini ele geçirdi (İ.S.1097). Selçuklular da Menderes nehri kıyılarına kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. 1306 Bizanslı komutan Machron yönetimindeki Assos’u kuşatan Türkler başarı elde edemezler. Ancak 14. yüzyılın başında Troas bölgesinin tamamı Osmanlı İmparatorluğunun eline geçer.

18. yüzyılda bir çok gezgin tarafından ziyaret edilmiştir. Gezgin ve araştırmacıların ifadelerine göre kentteki bir çok yapı onların zamanında çok iyi korunmuş halde ayakta durmaktaydı. Tapınağa ait bazı bloklar 1838 yılında Sultan II. Mahut tarafından Fransız arkeolog Raoul-Rochette, hediyesi olarak verilir ve Louvre Müzesi’ne götürülür.

Amerikan Arkeoloji Enstitüsü 1881 yılında Osmanlı Devleti’inden Assos’ta kazı yapma iznini aldı. J. T. Clarke, F.H. Bacon kazı çalışmalarını 1883 yılına kadar sürdürdü. Kazı sonunda çıkan eserlerin 3/2’si Osmanlı Devletine 3/1’i ise Amerikan kazi heyetine verilir. Tam yüz yıllık bir aradan sonra Assos kazı çalışmaları 1981 yılından Prof.Dr. Ü. Serdaroğlu tarafından başlatılarak ve 2005 yılında ölümüne kadar devam edilir. 2006 yılında itibaren arkeolojik kazılar Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına Doç.Dr. N. Arslan tarafından yürütülmektedir.

Assos’taki kalıntılar arasında Akropolisdeki Athena Tapınağı, Bizans surları, Hüdavendigar Cami, akropolisin eteklerinde Arkaik devirden günümüze kadar iyi korunmuş antik yol ve iki kenarındaki mezarlar, şehir sur duvarları, Gymnasion, Agora, Stoa, Bouleuterion, tiyatro ve kilise sayılabilir. Assos’un konutlarının yer aldığı bölümde henüz kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi desteği ile sürdürülmektedir.

Günümüzde Behramkale- Behramköy adını taşıyan Assos, ilk iskan edildiği M.Ö. 2000 ‘li yıllardan günümüze kadar birçok değişiklik geçirerek yaşamını kesintisiz sürdüren bir yerleşim yeridir.
Assos’un ilk sakinlerinin kimler olduğu tam olarak bilinmemektedir.Kentin İlk Tunç Çağı’ndan beri iskan edildiği bilinmektedir.

En eski adının Pedasos olduğu ve Assos adının ondan geldiği de ileri sürülmektedir. Fakat Strabon, bir Leleg kenti olan Pedasos’un kendi çağında terk edilmiş olduğunu, artık var olmadığını söyler. Bu nedenle iskanı kesintisiz devam eden Assos ile Pedasos olasılıkla aynı yer değildir.

Önce Thrakilı Mysialılar’ın yerleştiği Güney Troas, M.Ö. 7. yüzyılda Lesbos üzerinden gelen Aioller tarafından iskan edildi. M.Ö. 560 tarihinde Lydialılar’ın eline geçtiği sırada, Edremit Körfezi kuzeyindeki en güçlü ve en önemli kent Assos idi.M.Ö. 546’dan sonra Batı Anadolu’daki Pers egemenliği döneminde kent, satraplık sınırları içinde kaldı. Böylece gerek kentin, gerek Troas’ın tabi olduğu güç değişmiştir.
M.Ö. 5. yüzyılda Atina kentinin liderliğinin güçlenmesi ve ardından deniz birliğinin kuruluşu, Kuzeybatı Anadolu kent devletlerinin ve özellikle kıyı kentlerinin bu birliğe katılmasını sağladı. Assos kurucu üyeler arasındaydı. M.Ö. 334 tarihindeki Granikos Çayı kenarında yapılan savaşta B. İskender’in Persleri yenilgiye uğratması ile tüm bölge Pers hakimiyetinden çıkmıştır. M.Ö. 241 yılında Bergama egemenlik alanına giren Assos, M.Ö. 133’te, III. Attalos’un vasiyeti ile Bergama krallığı Roma’ya geçince, bu kaderi paylaşmıştır. Assos’un kent olarak asıl gelişmesi Roma yönetimi dönemidir.

Assos en erken Hristiyanlığı kabul eden Batı Anadolu kentlerinden biridir. Bunda en büyük etken St. Paul ve St. Lukas’ın kenti ziyaretleridir.
1288’de I. Osman’ın Lemnos’taki yengisinden sonra, Osmanlı baskısı 1330’da kesin bir egemenliğe dönüştü ve bölge sürekli olarak Türkler’in yönetimine girdi.
Kent kuzeyde ve güneyde sarp ve kayalık olan koni biçiminde bir tepe üzerinde ve eteklerinde kurulmuştur. Denizden 236 m. yükseklikteki kayalık tepeyi güçlü surlar çevirmektedir. 3200 m. uzunluktaki surlar güneyde denize bakan yarın üzerinde zayıftır. Doğuda ise bir vadiyle ayrılan kayalık üzerinde güneye iner ve yarlarda sona erer.

Kentin batısındaki surlarda biri ana giriş olmak üzere 6 kapı bulunmaktadır. Assos surlarında kuleler genelde dört köşelidir. Assos’un bugün ayakta duran surlarının büyük kısmı M.Ö. 4. yüzyılda yapılmıştır.
Athena Tapınağı : Assos’un en önemli eseri, akropolün en yüksek düzlüğünde M.Ö.530 tarihlerinde inşa edilen Athena Tapınağı’dır. Yapı mimarlık tarihi açısından oldukça önemlidir. Önce Anadolu’daki ilk ve tek arkaik çağ Dor mimari örneğidir. Bunun yanı sıra Dor mimari üslubuna kabartmalı friz ve süsleme elemanları ile İon mimari öğelerinin katıldığı ilk örnektir. Akropoliste Athena Tapınağı çevresinde yapılan çalışmalarda hem kuzey hem de güney kenarda tapınağın stylobat’ını çevreleyen ve onu orta avlu gibi kullanan bir dizi konutun varlığı ortaya çıkarılmıştır. Ms 6.yy’a ait tek katlı bu konutlar kentin küçüldüğü ve artan korsan saldırıları nedeni ile surlar içine çekilip akropolisi bir iç kale gibi savunmaya hazırladığı bir evreye aittir.

Agora (Pazar yeri,çarşı ):Agora, gymnasion ve tiyatro tapınağın yer aldığı akropolün güney eteklerindeki teraslar üzerine inşa edilmiştir. Agoranın kuzeyinde iki katlı, Dor düzeninde bir stoa bulunmaktadır. Agoranın resmi yapıları, doğu kısmındaki dar alanda toplanmıştır. Burada bir bouleterion, hemen onun önünde konuşmacılar için bir bema, diğer bazı yapılar heykeller ve diğer küçük yazıtlı anıtlar yer almaktaydı. Agora ile büyük batı kapısı arasında gymnasium kalıntıları yer alır. Assos gymnasiumu hellenistik dönemde yapılmış bir eserdir.

Bouleuteiron (Meclis) :Bouleuterion (meclis binası), şehir yaşamı ile ilgili önemli kararları veren kent meclisinin toplandığı yapı anlamına gelir.Assos Antik Kentinin Şehir Mecisi Bouleuteiron Agora’nın doğusunda olup kürsü, heykeller, ve küçük anıtsal yapılardan oluşuyordu.

Gymnasium :Gymnasium gençlerin bedensel ve toplumsal eğitim aldıkları, çoğunlukla spor yapılan bina olup bir şehirde agora kadar önemlidir. Asos’ta gymnasium İÖ II yüzyılda yapılmıştır. Agora ile batı kapısı arasındadır. Dört yanı Dorik üsluptaki sütunlarla çevrili, taş döşeli bir avlu biçimindedir. 32X40 m ölçülerindedir. Girişteki yarım daire şeklindeki basamaklar,bir çok tarihi eserde olduğu gibi günümüze ne yazıkki ulaşamamıştır. Kuzeydoğusunda Bizans döneminden kalan bir kilise ile güneybatısında da bir sarnıç bulunmaktadır

Tiyatro :Agoranın batı kapısından aşağı inen taş yol önce hamamlara oradan da tiyatroyaulaşmaktadır. Yüzünü denize ve lesbos adasına dönmüş olan tiyatro, Kent merkezinin güneyinde doğal bir kaya oyuğuna inşa edilmiştir. Yapım tekniği ve plan özellikleri açısından Bir roma çağı tiyatrosudur. Yapım tekniği ve plan özellikleri bakımından bir Roma Çağı tiyatrosudur. Büyük bir olasılıkla daha eskisinin yerine yapılmıştır. Kaveası iki diazoma ve 26 oturma sırasından oluşmaktadır. Parados duvarlarında her iki tarafta da beşik tonozlu birer mekan vardır. Bu iki odanın bilet ve kitap satışı ya da görevliler için yapıldığı düşünülmektedir. Büyük olmayan skene zamanla genişletilmiştir. 19.14 m genişliği vardır ve iki katlıdır. Sahne yapısı üç odaya bölünmüş;odalar birbirine kapılarla bağlanmıştır.Cephede, klasik tiyatro plan düzeninde çoğunlukla görüldüğü gibi, ortadaki daha geniş ve yüksek olmak üzere toplam üç kapı vardır. Küçük kapılardan biri exodos, diğeri eisodostur, ortadaki ise saraya giriş ve çıkışı simgeler.Oyuncuların yer aldığı platform (proskene) 2.5 m genişliğindedir ve bu alanı önde 12 adet yarım sütun taşımaktadır. Koro ve müzisyenlerin bulunduğu orkestra yeri 20.5 m çapındadır ve bu düzlüğü, oturma yerlerinden taş korkuluk ayırmaktadır. 5000 seyirci kapasiteli Assos tiyatrosu, deprem sonucu kaymış ve büyük ölçüde harap olmuş, sonraki yüzyıllarda da taş ocağı olarak kullanılarak taşlarının çoğu sökülüp götürülmüştür.

Stoa :Yağmur ve güneşten korunmak amacıyla yapılan,daha çok agoralarda bulunan stoalar;önü sütunlu, üstü örtülü galeriler(revak) olup, uzunlamasına yapılmıs bir duvar buna paralel bir veya birkaç sütun dizisi ve bunları örten bir çatıdan oluşurlar genelde.Dinsel törenlerde, siyasi ve felsefi toplantılarda, ticari ve kültürel etkinliklerde kullanılırlar.Felsefi Stoa Okulu, duvarları resimlerle süslü sütunların oluşturduğu bir yerde kurulduğu için, “Sütunlu galeri” anlamına gelen Stoa adını almıştır.Asos’ta stoalar;biri Agora’nın kuzeyinde, öbürü de güneyindedir. Kuzeydekinin İÖ III yüzyılın sonunda ya da II yüzyılın başında yapıldığı sanılmaktadır.İki katlı, Dorik üsluptadır. Alt katta, sütunların arası dörtgen panolarla süslenmiştir. İkinci katın duvarında, tavanı oluşturan ağaç kütüklerin yerleştiği delikler görülebilmektedir.Aynı dönemden olan güney stoa, üç katlı olup;orta katta 13 dükkan bulunuyordu. Alt katta ise sarnıç ve 13 hamam yer almaktaydı.

Nekropol :Nekropol;”nekro” (ölüler) ve “polis” (sehir) kelimelerinden türetilmiş olup mezarlikları kapsar. Genellikle kent dışında,bazen de ana kapının hemen yakınında yer alırlar.Assos’tada böyle olup Assos Nekropoli Helenistik ve Roma dönemlerindendir. Nekropol’ün batı ve doğu kapılarını bağlayan yol boyunca, mezar ve anıtlar sıralanmıştı. Batı kapısının kuzeyinde, Publius Varius’un mezar kalıntıları bulunmaktadır.

Nekropol tepenin eğimi nedeni ile batı kapısına giden yolun üst kenarında teraslara oturacak şekilde düzenlenmiştir. Eskiçağın kentlerinde mezarlıklar kentin dışında ve genellikle, ana yolun kenarlarında olurdu. Kente gelenin her biri bir anıt olan mezarları görsün, onları selamlasın diye. Kent içinde mezarlık görülmüş değildir. Tek tük rastlanılan mezar anıtları da kent meclisinin özel izni ile, kente olağan üstü katkısı olmuş kişilere verilmiş ayrıcalıktı.

Assos’ta Roma Çağı nekropol mimarisinin kendine özgü bir üslubu ve zenginliği vardır. Çevresi duvarlı açık aile mezarları yanı sıra oldukça yüksek podium üzerinde büyük boyutlu lahitlerden ve yanlarında taş oturma sıralarından oluşan kompozisyonlar da vardır. M.S 2. Ve 3. yüzyıllarda beşik tonozlu tek ve çift odalı mezar anıtları da yapılmıştır
Assos Roma Çağı’nda, Marmara denizindeki (Propontis) Marmara Adası (Prokonnessos) ile birlikte lahit imalat ve dış satımı ile ünlüdür. Ancak Assos’un lahitleri yerli andezittendir. O çağda Byzantion’a da satış yaptığı İstanbul’da bulunan ve bugün müzede olan örneklerden anlaşılmaktadır. Assos’un salt lahit satımı ile kalmadığı da söylenebilir. Uzun süre taş ocaklarından yarı işlenmiş taş da pazarlanmıştır. Bugün Venedik’te San Marko meydanında Assos’tan gitme İki büyük sütün vardır. MÖ 6. Ve 5. yüzyıl mezarlarına rastlanmıştır

Roma Çağı katının altına inildiğinde MÖ 4. yüzyıldan 1. yüzyıla kadar tarihlenebilen lahit mezarlara ulaşılmıştır. Bu lahitler Roma Çağındakiler gibi değildir, daha basit yapılmıştır ve düz bir kapakla kapatıldıktan sonra üstleri toprakla örtülmüş, onun üzerine de gömülenin kimliğini açıklayıcı bir yazıt bulunan kare veya dikdörtgen prizma taş blok yerleştirilmiştir. Bu tabakanın altında bulunan parçalı taştan yapılma mezarlar ise kentin MÖ 5. yüzyıl dönemine aittir. Zengin mezar hediyesi veren bu dönem mezarları sayı olarak da çoktur.
Daha alt sevi yelerde ise küp (Pithos) ve amphora içinde gömme geleneği görülmektedir. Küp içine gömmelerde ceset hoker vaziyetinde veya düz olarak uzatılmakta, yanına ölü hediyeleri konarak ağzı yassı bir taşla kapatılmaktadır.

Batı Anadolu’da MÖ 6. yüzyılda çokça rastlanan yakarak (kremasyon) gömme geleneği Assos’da da görülmektedir. Bu uygulamada gömüleceği yerin yakınında hazırlanan çukur bir yere odunların istif edilişinden sonra cesedin üzerine yerleştirildiği ve yakıldığı anlaşılıyor. Bu sırada ateşe atılan ölü hediyeleri, koku kapları, kazı sırasında bulunmuştur. Ateş söndükten sonra kalanlar ve külleri urne adı verilen bir çömleğe konmakta idi, ki bu bir testi veya hydria olabilmektedir. Böylece hazırlanan kap açılan bir çukura dikine oturtulmakta ve ağzı ya bir tas veya skyphos, kyliks cinsinden içki kabı ya da yassı bir taşla örtülmekte başlarına da bir taş dikilmekte idi.

Assos kazılarında bu türden çok urne gün ışığına çıkarıldı. Ortaya çıkarılan bu örnekler Çanakkale Müzesi’ndedir. Bu mezarlık buluntuları içinde en alt tabakada bulunanlar içinde MÖ 7. yüzyıl başlarına tarihlenebilenler vardır. Bu da kentin Erken Arkaik Çağ’da Aioller tarafından yeniden iskan edildiğine ilişkin söylentileri doğrulamaktadır. Nekropoldeki yeni araştırmaların ortaya koyduğu önemli sonuç, MÖ 7. yüzyıl başından başlayarak Roma Çağı’nın sonuna kadar kesiksiz bir iskanın varlığını kanıtlamasıdır.

Hüdavendigar Camii .Camii, bir kubbe ve sütunlu bir giriş kapısını da içine alan dörtgen bir alan üzerinde inşa edilmiştir. Camiin, Osmanlı mimarisinin tipik bir örneği olduğunu söyleyebiliriz. Camiin mermer giriş kapısı, Carnelıus kilisesinin kapısıdır. Carnelius kilisesini tamir ettiren Skamandros hükümdarının kilise kapısına yazdırmış olduğu duaya dokunulmamış,sadece haç işaretinin iki kanadı kırılmıştır. Üzerinde haç işareti bulunan taşın bir camiin dekorasyonunda kullanılmış olması çok ilginç ve bir o kadar da etkileyicidir.XIV. yüzyılda, I.Murad döneminde, Assos yıkıntıları arasında yüksekçe bir yerde kurulmuş bir yapıdır.

Behramkale Köprüsü:Ayvacık’ tan Behramkale’ye giden yol üzerinde , Tuzla Çayı üzerine 14. yüzyılda inşa edilmiştir.Günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilen köprü inşaa edildiği günden bugüne üstünden insanları sevdiklerine kavuştururken,altından Ege’ye kavuşmak arzusuyla çağlayıp duran Tuzla Çayını seyre dalmıştır . Antik adı Satniceis olan Tuzla çayının güney ve kuzey yönlerinde uzanır.Behramkale köyüne bir km mesafededir.Kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir.Ancak Cami’i yaptıranın köprüyü de inşa ettirmiş olduğu tahmin edilmektedir.Köprünün orijinal ve en itinalı kısımları kemerleridir.Genel form, büyük kemer üzerinde en yüksek kısmı teşkil eder ve uçlara doğru alçalarak son bulur. Diğer bir özelliği de; Kemallı Asılhan Bey Camii ve Behramkale Camii duvar tekniğinin burada da görülmesidir. Köprünün, mimari form açısından Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yapılan köprülerin özelliklerini üzerinde taşıdığı görülmektedir.Köprü kullanılmamaktadır.

Tags: